Yıllar sonra bir gece vakti, geldi yine yazma perilerim... öncesinde eskiden neler yazmışım diye bir göz attım bloguma ve gördüm ki yazılarımın kalitesi gittikçe düşmüş. Mutluluk ve yazı yazmak ters orantılı anladığım kadarıyla yani ne kadar mutsuzluk ve acı varsa kalemi de o kadar güçlü oluyormuş insanın demek ki... Bir de sorumluluklar meselesi var tabii ki sakin kafayla sessizce yazı yazmak daha mümkünken sakince oturabileceğin max 1 saatin olunca gün içinde, yazı yazmak şöyle dursun temel ihtiyaçlarını karşılamaya anca fırsat bulabiliyor insan. Bazen şikayet etsem de hayatımda yaşadığım en muhteşem duygu anne olmaktı. Bu yüzden çoğu kez şükrediyorum bir çocuğum olduğuna. Bu günlerinde geçeceği ve yazı yazabilecek bolca zamanım olacağına dair inancımı tazelemeye çalışıyorum her gün... Bu satırları da kaydediyorum ki sonuçta yazılanlar bir gün yaşanıyor mutlaka, daha önceki yazdıklarımı yaşarken buluyorum kendimi... örneğin; doğup büyüdüğüm şehrin üstüme geldiğinden ve müm...
Aslına bakarsanız çok değil bundan 2 yıl kadar önce evlilik hakkında konuşmaya bile pek yanaşmayan biriyken şimdi bu konu hakkında yazı yazıyorum. Hayat cidden çok tuhaf... Öncelikle, hayatın neden bu kadar tuhaf olduğunu ya da bana neden tuhaf geldiğini açıklamak istiyorum. Evlilik hakkında çokça önyargıları olan, çevresinde evlilikle ilgili birçok olumsuz örnek bulunan biriydim. Evlenen arkadaşlarımı görünce nasıl böyle çılgınca bir karar alabildiklerine şaşırıyordum. Sonuçta hiç tanımadığı insanla (yıllardır tanışıyor olsalar bile birbirlerini gerçekten tanımıyor insanlar, bu yüzden evlenen çiftler ister yeni tanışmış olsunlar ister yıllardır tanışıyor olsunlar birbirlerine yabancılar ve yeterince tanımıyorlar bence) bir anda aynı hayatı, evi, eşyaları kısacası her şeyi paylaşmaya başlayıp, bir ömür geçirme temennisiyle imza atıp birlikte yaşamaya başlamak bana göre verilmesi oldukça zor bir karar gibi geliyordu. Ancak yaşayınca anladım ki meğer hiç de öyle zor bir karar ...