Ana içeriğe atla

Oysa sadece minik bir tavsiye vermek istemiştim konunun bu kadar uzayacağını bilemedim...

İnsanlar gözünüzün içine baka baka yalan söyleyebiliyorlar ne yazık ki ve bunu o kadar rahat yapıyorlar ki katiyen yüzleri kızarmıyor. Vicdan azabı dahi çekmiyorlar. Hoş, bir vicdana sahip olduklarını söylemek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Hani biraz yüzleri kızarsa, ne bileyim gözlerini kaçırsalar falan en azından utanç duygusunu yitirmemiş olduklarını görürüz... Bakınız hala bunca kötülüğün içinde iyilik arama derdine düşmüşüz. O zaman bize de yazıklar olsun mu? Kimbilir, bu insanların bu kadar kötü olmalarına sebep, belki de bizim bu kadar iyi düşünmemizdir... Mesela siz düşünmekten, üzülmekten uyuyamazken onlar hayatlarına mutlu mesut devam ederler. Neden peki? Asıl olması gereken bu durumun tam tersi değil midir? Yani siz mutlu mesut hayatınıza devam ederken onların pişman ve huzursuz olması gerekmez mi? Öyleyse mevzu yine vicdana geliyor sanki... Ama er ya da geç o kadar bastırılmasına rağmen birgün mutlaka vicdan sesini duyuruyor. İşte o zaman her şey yoluna giriyor. Bu arada bir de şey durumu söz konusu: size böyle davranan insana karşı içinizde bitmek tükenmek bilmeyen sevgi... Aslında nefret etmeniz gerekirken, o içinizdeki sevgi asla bitip, tükenmez hatta bazen artar. Hani bazen affeden insanları görüp bir türlü anlam veremeyiz ya, işte bu durumun sebebi tam olarak bu sanırım: SEVGİ... Peki neden aslında nefret etmemiz gereken bu insanları sevmeyi bir türlü bırakamayız? Bilmiyorum. Sevdiğimiz için mi affederiz yoksa affettiğimiz için mi sevmeye devam ederiz? Her neyse olayı daha fazla felsefeye bağlayıp kısır döngü haline getirmeden önce toparlayayım en iyisi. Başından beri söylemek istediğim, siz siz olun hiç kimseye güvenmeyin. Affetmeyin demiyorum, affedin ama uzak durun, sevginizi kullanmalarına izin vermeyin. Bırakın neye layıklarsa onu yaşasınlar, siz uzaktan yine seversiniz. Hem sevmelerin en güzeli uzaktan sevmek değil midir? Çünkü uzaktan sevdiğinizde size zarar veremezler. Benim bu görüşümü eleştirenler, önyargılı ve fazla kuşkucu olduğumu düşünenler de var elbette. Ama bence bir nevi kendini koruma mekanizması gibi bir şey... Defalarca üzülmemek, acı çekmemek için...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her şeyin eskisini özleyenlere...

 Hiç düşündünüz mü neden hep eskiyi özlüyoruz? Eski şarkıları, eski kitapları, eski filmleri; eski bayramları, eski anıları hatta bazen eski kendimizi... Çünkü yeniler asla eskinin yerini tutmuyorlar. Bundandır eskiye meyilimiz.  Bir şeyi sevdiğimizde aradan yıllar da geçse, o şey eskise bile yine de ondan vazgeçmeyiz. Bozulsa tamir ettirir, yine onunla devam ederiz hayatımıza, yenisini istemeyiz. Farz edelim yenisini aldık, bir türlü alışamayız. Çünkü eskisi bizim dilimizden anlardı biz de onun dilinden anlardık.  Yalnızca eşya değil, insan olarakta durum aynı. Eskiden tanıdığımız birini sürekli özlemek, onu istemek aslında onu çok sevdiğimizdendir.  Onu hala seviyorsak bir türlü vazgeçmekten yana olmayız, kopamayız ondan. Her ne kadar eski olsa da onunla mutluyuzdur. Gelen gideni aratır sözüne hak verdiğimizdendir belki de eskisiyle devam etmek isteyişimiz.  Kim bilir tanıdığımız ya da tanıyacağımız yeni biri daha çok özelliğe sahiptir belki ama bu bizim ...

Evlilik hakkında birkaç cümle

 Aslına bakarsanız çok değil bundan 2 yıl kadar önce evlilik hakkında konuşmaya bile pek yanaşmayan biriyken şimdi bu konu hakkında yazı yazıyorum. Hayat cidden çok tuhaf... Öncelikle, hayatın neden bu kadar tuhaf olduğunu ya da bana neden tuhaf geldiğini açıklamak istiyorum. Evlilik hakkında çokça önyargıları olan, çevresinde evlilikle ilgili birçok olumsuz örnek bulunan biriydim. Evlenen arkadaşlarımı görünce nasıl böyle çılgınca bir karar alabildiklerine şaşırıyordum. Sonuçta hiç tanımadığı insanla (yıllardır tanışıyor olsalar bile birbirlerini gerçekten tanımıyor insanlar, bu yüzden evlenen çiftler ister yeni tanışmış olsunlar ister yıllardır tanışıyor olsunlar birbirlerine yabancılar ve yeterince tanımıyorlar bence) bir anda aynı hayatı, evi, eşyaları kısacası her şeyi paylaşmaya başlayıp, bir ömür geçirme temennisiyle imza atıp birlikte yaşamaya başlamak bana göre  verilmesi oldukça zor bir karar gibi geliyordu. Ancak yaşayınca anladım ki meğer hiç de öyle zor bir karar ...

Yarım kalan satırlar

 2 yılın ardından yine gecenin bir vakti (04:15) bir blogum olduğunu hatırladım ve girip bakayım dedim ve yayınladığım son yazımın 2020 yılında olduğunu gördüm. 2021 de yazıp yayınlamadığım iki yazım var fakat her şeyin zamanında güzel olduğunu düşündüğüm için şimdi de yayınlamayacağım o yazılarımı. Bu yüzden şu an bu satırları yazıyorum. Umarım bunu da yayınlamayı unutmam... Burası benim kendimle kaldığım, içimi döktüğüm belki günün birinde, birinin karşısına tesadüfen çıkacak olan bir köşe... Belki de blogun adını değiştirip "okuru olmayan yazılar" yapmalıyım;) Her neyse... Madem ki uzun zaman sonra yeniden başladım yazmaya öyleyse ilk ne zaman ve nasıl bu blogu açma kararı aldığımdan bahsedeyim. Yine bir gece yarısı, yanılmıyorsam bundan 5 yıl kadar önce olmalı internette bir bloga denk geldim birçok yazı vardı ve başladım okumaya, sırayla hepsini okudum sonra bir de baktım ki yıllar önce yazılmış okuduğum satırlar ve uzun zamandır hiç yeni yazı yayınlanmamış. Tesadüfen de...